Mario Livio tarafından kalem alınmış olan ve Washington Post’ta “Yılın dikkat çeken bilim kitabı!” olarak isimlendirilen “Dahice Hatalar” birçok bilim insanından övgü almıştır. Bu övgülerden birkaçını sizinle paylaşarak başlamak isterim.
Johns Hopkins Üniversitesi, Thomas Barber Kürsüsü Fizik ve Astronomi Profesörü, 2011 Nobel Fizik Ödülü sahibi Adam Riess: “Deha, olası tüm hataları mümkün olan en kısa sürede yapma yeteneğidir. Livio’nun dehası ise bu hataların bize ne çok şey öğrettiğini gösteriyor.”
Arizona State Üniversitesi, Köker Projesi Direktörü, Yeryüzü ve Uzay Keşif Okulu Profesörü Lawrence M. Krauss: “Bilimi dinden ayıran en önemli şeylerden biri, bilimde fikrimizi değiştirmekten duyduğumuz mutluluktur. Buna öğrenme denir. Mario Livio’nun bu kapsamlı kitapta açıkladığı gibi, ünlü birçok bilimsel gelişmenin yol haritası, hatalı başlangıçlar veya çıkmaz sokaklar ile doludur. Örneğin, kendi alanımda, Einstein’ın genel görelilik denklemlerine sonradan eklediği kozmolojik sabit için ‘en büyük hatam’ dediği söylenir. Şimdi geriye dönüp baktığımızda, içinde yaşadığımız evrenin geleceğini belirleyecek şeyin belki de bu sabit olduğunu düşününce, böyle bir hata yapmış olmak için neler vermezdik demekten kendimi alamıyorum!”
Mario Livio’nun “Dahice Hatalar” kitabı, Hatalar ve Aptallıklar, Köken, Şu Yüce Yerküre Üstünde Var Olan Ne Varsa Bir Gün Eriyecek, Dünya Kaç Yaşında, Çok Bilen Çok Yanılır, Yaşamın Şifreleri, Asıl Kimin DNA’sı, Büyük Patlamanın B’si, Ezelden Beri Aynı mı, En Büyük Hata, Uzay Boşluğunda isimli 11 bölümden oluşmaktadır.
Mario Livio kitap üzerinde çalıştığı süre boyunca birçok insanın kendisine kitabın konusunu sorduğundan ve bu soru için hazırladığı standart cevabından bahseder: “Kitabımın konusu hatalar ve bu bir otobiyografi değil.” Aslında amacım gayet basit: Bilimsel atılımların sadece başarı öykülerinden ibaret olduğunu zanneden birçok insan vardı ve niyetim bu hatalı izlenimi düzeltmekti. Çünkü işin doğrusu, hiçbir şey hakikatten daha uzak değildi. Başarıya giden yol yanlışlardan geçiyordu ve ödül ne kadar büyükse yapılabilecek yanlış da o kadar büyük oluyordu. Büyük Alman filozof Immanuel Kant’ın dediği gibi: ‘Hiç eskimeyen ve zihnimi giderek artan bir hayranlık ile dolduran iki şey var; üzerimdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası.’ Büyük hatalar genelde kalın halatlar gibi çok sayıda lifin bir araya gelmesinden oluşur. Tel tel çözüp tüm küçük belirleyici nedenleri ayrı ayrı ele aldığınızda, hepsi bu muymuş dersiniz. Ama sarıp bir araya getirdiğiniz zaman, kocaman bir aptallık yumağı ile karşılaşırsınız.
Oscar Wilde bir keresinde, “Tecrübe, insanın hatalarına verdiği isimdir.” diye yazmıştı. Nitekim gündelik yaşamımızda hepimiz sayısız hatalar yaparız. Anahtarlarımızı kilitli aracın içinde unuturuz, yanlış şirkete yatırım yaparız vs… Wilde’ın tecrübe tanımından anlaşılacağı üzere bunların hata olduğunu ancak o hataları yaptıktan sonra fark ederiz. Çünkü başkalarını yargılama konusunda tam bir şahinken kendimizi gözden geçirme konusunda güverciniz! Tıpkı Nobel Ekonomi Ödülü sahibi ünlü psikolog Daniel Kahneman’ın dediği gibi: “İnsanların kendi düşüncelerini değiştirebilme becerisinden pek umudum olmasa da başkalarının hatalarını tespit etme konusundaki yeteneklerine güvenim tam.”
Yazarın kitabında üzerinde durduğu hatalar, “Büyük bilimsel hatalar.” Bilimsel hatalar derken bilimsel teorilerin tamamını tehlikeye atıp oyun planını tamamen değiştirme potansiyeline sahip kavramsal hatalardan bahsediyor.
İnsanlık tarihi, birçok alanda denk gelebileceğimiz görkemli hataların hikâyeleri ile doludur. Hatta bu hikâyelerden bazılarının tarihçesi kutsal kitaplara ya da Yunan mitolojisine kadar uzanır. Örneğin, Eski Ahit’in ilk bölümü olan Yaradılış Kitabı’nda, tüm insanların mukaddes annesi olarak kabul edilen Havva’nın ilk eylemi kurnaz yılana uyup yasak meyveden yemektir. İşte bu bir anlık gaflet Âdem ve Havva’nın cennetten kovulmasına yol açmış ve hatta ilahiyatçı Thomas Aquinas’a göre sırf bu yüzden insanoğlunun mutlak gerçeğe erişimi sonsuza denk engellenmiştir. Yunan mitolojisinde ise Sparta kralının güzel karısı Helen, aşığı Paris ile kaçmış ve bu yasak aşk, Truva kentinin sonu olmuştur.
Felsefe alanında ise büyük Aristo’nun hatalı fizik yasaları, en az Karl Marx’ın kapitalizmin yaklaşan çöküşüne dair çarpık öngörüleri temelsizdi. Düşünsenize, Aristo cisimlerin yere düşmesini “ait oldukları yere” yani dünyanın bağrına geri dönme arzusuna bağlıyordu. Karl Marx ise kapitalizm çökmek üzere diye tutturmuştu.
İşte Mario Livio “Dahice Hatalar” kitabını yazmaktaki amacını, bilim dünyasının gerçekten dev birkaç isminin şaşırtıcı hatalarından bazılarını ayrıntıları ile gözler önüne sermek ve bu hataların sürpriz sonuçlarının takibini yapmak ve aynı zamanda bu hataların olası nedenlerini incelemek ve bu hatalar ile insan zihninin sınırlarını ya da özellikleri arasındaki ilişkiyi olabildiğince ortaya çıkartmak, fakat en önemlisi keşfe ve yaratıcılığa giden yolun, aslında her ne kadar inanılmaz görünse de hatalardan geçtiğini göstermek olarak özetliyor.
Yazarın, derin entelektüel ve deneysel sularda yapacağı bu yolculuğa hangi büyük bilim adamlarını dâhil edeceğine karar vermesinin epey zamanını aldığını ama sonuçta beş kişide karar verdiğini anlattığı bölüm çok ilgi çekici. Bu beş kişilik şaşırtıcı “çam devirenler” listesinde kimler mi var:
- Ünlü doğa bilimci; Charles Darwin
- Kelvin sıcaklık ölçeğinin isim babası fizikçi; Lord Kelvin
- 20.yüzyılın en önemli kimyagerleri arasında gösterilen Linus Pauling
- Ünlü İngiliz astrofizikçi ve kozmolog; Fred Hoyle ve tabii ki takdime ihtiyaç duymayan muhteşem Albert Einstein.
Mario Livio “Dahice Hatalar” kitabında bu isimlerin her biri için ana konuyu farklı ama tamamlayıcı iki açıdan ele almış. Yazarın, bilim tarihine damga vurmuş bu dâhilerin bazı teorilerini ve bu teoriler arasında ki büyüleyici ilişkileri kısmen zaaflarına bazen de başarısızlıklarına odaklanarak ele alması sıra dışı bir bakış açısıdır. Hatalar eşit doğmaz. Dolayısı ile Mario Livio’nun “Dahice Hatalar” kitabındaki bu beş bilim insanının yanılgıları da yapısal olarak birbirinden oldukça farklı sayılır. Örneğin, Darwin, bir hipotezi tüm sonuçları ile ele almayarak yanlışa düşmüştür. Muhteşem Lord Kelvin dünyanın yaşını yanlış hesaplamıştı. 20.yüzyılın en önemli kimyagerlerinden, iki Nobel ödüllü Linus Pauling rakiplerini alt etme telaşına yenik düşmüş ve DNA için hatalı bir model geliştirmişti. Hoyle ana akım bilimine karşı olan muhalif tutumunu inatla sürdürerek yanlış yapmıştır. Astrofizikçi Fred Hoyle, Büyük Patlama Teorisi’nin isim babası olmasına rağmen evrene böyle bir başlangıcı yakıştıramamıştı. Einstein ise hatalı “estetik sadelik” anlayışı nedeniyle başarısız olmuştur. Fakat her şeye rağmen yolun sonunda keşfedeceğimiz asıl önemli şey şudur: Hatalar sadece kaçınılmaz değil, aynı zamanda bilimsel ilerleme için vazgeçilmezdir. Bilimsel gelişme dediğimiz şey öyle pat diye gerçeğe çıkan dümdüz bir yol değildir. Çıkmaz sokaklar ve yanlış alarmlar ile doludur. Bu kitapta bahsi geçen hataların tümü şu veya bu şekilde bilimde çığır açan buluşlar için katalizör görevi üstlenmiştir. Zaten onları dahice hatalar olarak tanımlamamızda bu yüzden.
Dünya üzerinde yaşamla ilgili en çarpıcı şey onun olağanüstü çeşitliliğidir.
Düşünsenize… Bir yanda bir santimin yüz binde birinden daha küçük bakteriler diğer yanda ise otuz metreden uzun devasa mavi balinalar… Örneğin, deniztavşanı olarak bilinen yumuşakçaların binlerce türü arasından bazıları oldukça sade ve gösterişsizken bazıları herhangi bir canlıda görebileceğiniz en göz alıcı renklere sahiptir. Kuşlar ise atmosferde şaşırtıcı yüksekliklere çıkabilirler. 29 Kasım 1975’te Batı Afrika’da 37.900 fit (11550 mt) yükseklikte ki bir jetin motoruna kocaman bir akbaba girmiştir. Şu dünya üzerinde yaşayan kaç çeşit canlı tür olduğu tam bilinmese de yapılan en son çalışma 8.7 milyon civarında bir rakam öngörür. Sizce de inanılmaz değil mi?
“Lolita” ve “Solgun Ateş” adlı kitaplarıyla şöhrete kavuşan ünlü yazar Vladimir Nabokov 1945 yılında “Polyommatus Mavileri” olarak bilinen kelebek türünün evrimiyle ilgili kapsamlı bir hipotez geliştirmişti. Bu mavi kelebeklerin Asya’dan Yeni Dünya’ya (yani Amerika’ya) milyonlarca yıl süren bir dizi göç dalgasıyla geldiğini öne sürmüştü. İşin hayret verici yanı ise 2011 yılında DNA dizilim teknolojisi kullanan bir grup bilim adamının Nabokov’un bu tezini doğrulamasıydı. Yeni Dünya’daki kelebek türlerinin on milyon yıl önce yaşamış ortak bir atadan geldiğini bulmuş, ayrıca Yeni Dünya’daki türlerinden çok Eski Dünya kelebekleriyle akrabalık sergilediğini keşfetmişlerdi.
Hayat, belki de karşısında pes etmediğimiz tek bilmece!
“Dünya Kaç Yaşında?” Elbette evrensel bir lineer bir zaman kavramı öyle hemencecik ortaya çıkmadı. Örneğin, eski Hindu geleneğinde esasen zamanın sınırları yoktu ve tıpkı yeniden doğuşun ve sonsuz döngünün simgesi olan antik ouroboros yani kendi kuyruğunu ısıran yılan sembolünde olduğu gibi evren sürekli bir yıkım ve yenilenme döngüsü içindeydi. Yine de antik çağda yaşayan Hindu bilgeleri dünyanın yaşı konusunda net rakamlar telaffuz etmekten geri kalmamıştı. Onlara göre 2013 itibari ile dünyamız 1.972.949.114 yaşında olmalıydı!
Isaac Newton ilk kez 1687’de yayımlanan “Principia” adlı başyapıtında “Dünyamızla aynı ebatta, yani yaklaşık 12.700 km çapında ki bir ateş topundan hallice kızgın bir demir kürenin” 50 bin yılı aşkın bir sürede bile öyle kolay soğumayacağını yazmıştı.
Buffon, gerçekçi bir deneyci ruhuyla işe koyulup farklı çaplarda kızgın demir küreler imal ettirerek soğumaları için gerekli süreyi doğru bir şekilde ölçmeye çalıştı. Yerkürenin 2905 yıl içinde katılaştığını ve soğuyup mevcut sıcaklığına ulaşmasının ise 74.832 sene sürdüğünü tahmin etmiştir.
Fakat günün sonunda Dünya’nın yaşı meselesini herkesin ilgi odağına dönüştüren şey sadece salt Newton fiziği değildi. 18. yüzyılda müthiş artış kaydeden fosil araştırmaları doğa bilginlerini mevcut paleontolojik ve jeolojik bulguların ancak çok uzun süreli jeolojik kuvvetlere maruz kalarak oluşabileceği konusunda ikna etmişti. Hatta o kadar uzun süreli ki Hutton’ın dediği gibi,
“Ne başlangıcına dair bir iz ne de görünürde bir son vardı.”
Willam Thomson, Glasgow Üniversitesi’ndeki laboratuvarının yakınlarından geçen Kelvin Nehri’ne istinaden Kraliçe tarafından Kelvin Baronu ilan edilmiştir. O tarihten itibaren Lord Kelvin olarak anıldığını biliyor muydunuz? Kelvin’in dünyanın yaşını hesaplarken kullandığı yöntem özünde gayet basitti. Dünya soğuduğu için termodinamik bilimi kullanarak Dünya’nın sonlu yaşını hesaplamanın mümkün olduğunu söylüyordu. Yaptığı çalışmalar sonucunda Kelvin Dünya’nın yaşını doksan sekiz milyon yıl olarak hesaplamış ama biraz daha geniş aralığa yayarak yirmi milyon yıl ile dört yüz milyon yıl arasında bir yerde olması gerektiğini güvenle söyleyebileceğini belirtmişti.
İstemeyerek de olsa Kelvin’in orijinal varsayımlarından bir açık yakalamaya kalkışan ilk kişi Kelvin’in eski öğrencisi ve asistanı olan John Perry adında ki bir mühendistir. Perry, ilk olarak soğuyan Dünya meselesi üzerine yoğunlaşmış ve ilk çalışmasını tamamladığında kopyalarını Kelvin’in de içinde olduğu birkaç fizikçiye gönderip yorum yapmalarını rica etmiştir. Hatta Kelvin’e gönderdiği mektubu, “Sizi çok seven öğrenciniz” diye imzalamıştı. Peki, Kelvin kendisine cevap yazmış mıydı? Uzun çalışmalarından sonra Perry, Dünya’nın yaklaşık 4 milyar yaşında olduğunu söylüyordu ki bu rakam günümüzde bilinen 4.54 milyar yıla çok yakındır. Kelvin’in öne sürdüğü tahminin elli katıdır.
Mario Livio “Dahice Hatalar” kitabında muhteşem bir şekilde anlattığı, benimse sayfalarca yazsam dahi yazıma sığdıramayacağım Linus Pauling, Fred Hoyle ve tabiiki takdime ihtiyaç duymayan muhteşem Albert Einstein ile ilgili bölümleri okumayı dokunmadan size bırakıyorum. Yazımı bir dâhinin-Albert Einstein’ın- bilimsel teorilerde yapılan hataları kendi bakış açısıyla tanımlamasıyla bitirmek istiyorum:
Bir kuramcı iki şekilde yoldan çıkar:
Şeytana uyup yanlış bir hipotezin peşinden sürüklenir (ki böylesine ancak acınır)
Argümanları hatalı ve özensizdir (ki böylesi temiz bir dayağı hak eder)
Mario Livio “Dahice Hatalar” kitabının sonunda; galiba hataları konu alan bir kitabı bitirmenin en iyi yolu, şu önemli hatırlatma ya da tevazu çağrısıdır:
“Fakat bana öyle geliyor ki sahip olduğu tüm asil niteliklere, zayıflar için hissettiği merhamet duygusuna, sadece diğer insanlara değil en basit canlıya bile dokunan iyilikseverliğine, Güneş sisteminin yapısını ve hareketlerinin sırlarını çözen tanrısal zekâsına, kısacası bütün bu üstün yeteneklerine rağmen, insanoğlu ilkel kökeninin silinmez damgasını hala bedeninde taşımaktadır
Comments