Kaybolan Sesler ile ilgili yazıma Hawai dilinde şu cümle ile başlamak istedim: “I ka ‘ölelo nö ke ola; i ka ‘ölelo nö ka make”. Yani ‘dilde yatar yaşam; dilde yatar ölüm.’
Avustralya’nın en eski yerlilerinin 250 dilinden çoğunun yok olup gittiğini, geri kalanların da çok azının uzun vadede hayatta kalacağını bilen ve bunu umursayanların sayısı oldukça azdır. Günümüzde hiçbir çocuk artık, California eyaleti olarak bilinen yerde konuşulan yaklaşık 100 yerli dilden birini bile öğrenmiyor. Man dilini bilen son kişi 1974 yılında öldü. Bu hüzünlü hikâye dünyanın her yerindeki diğer birçok dil için anlatılabilir. Önümüzdeki yüzyılda dünya dillerinin en az yarısı yok olabilir. Bu farklı seslerin ateşini söndüren ne oldu?
‘Çoğumuza soyumuz asla tükenmezmiş gibi geliyor. Dodo kuşlarına da öyle geliyordu.’
Dillerin yok oluşu, dünya çapındaki tam ekosistem çöküşüne yaklaştığımız büyük resmin bir parçasıdır. Araştırmalarımız yüksek biyolojik çeşitliliğe sahip alanlarla yüksek dil çeşitliliğine sahip alanlar arasında çarpıcı bir ilişki olduğunu gösteriyor, bu nedenle ‘biyolinguistik çeşitlilik’ adını verdiğimiz ortak bir havuzdan bahsetmemiz mümkün. Biyolinguistik çeşitlilik, dünyadaki tüm bitki ve hayvan türleriyle birlikte insan kültürleri ve dillerini de kapsayan zengin yaşam yelpazesini ifade eder. En çok biyolinguistik çeşitlilik, yerli halkların yaşadığı yerlerde bulunur. Yerli halklar dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 4’ünü oluşturmalarına rağmen dünya dillerinin en az yüzde 60’ına sahiptir.
Daniel Nettle & Suzanne Romaine tarafından kaleme alınan Kaybolan Sesler adlı hikâyemiz, kültürlerin ve dillerin çöküşü üzerine büyük ölçüde iç karartıcı bir hikâye olsa da yeni milenyumun yeni bir umudu da beraberinde getirdiğini düşünüyoruz.
Mayıs 1992’de Rio de Janeiro’nun eteklerindeki Kari-Oca’da bir araya gelerek 1.Dünya Yerli Halklar Konferansı’na katılan yaklaşık 500 yerli temsilci kendi kaderlerini tayin etme, çocuklarını eğitme ve kültürel kimliklerini koruma isteklerini dünyaya duyurdu. Yirminci yüzyılın son yıllarında, yerel gruplardan uluslararası gruplara, yerli aktivizmi yeniden canlanma yaşadı.
Birkaç yıl önce dilbilimciler, bir zamanlar kuzeybatı Kafkasya’da konuşulan Ubıh dilinin bilinen en iyi konuşanı olduğuna inanılan yaşlı çiftçi Tevfik Esenç’in sesini kaydetmek için Türkiye’deki Hacıosman Köyü’ne akın etmişti. O günlerde yalnızca dört beş yaşlı kabile üyesi Ubıhça birkaç söz hatırlıyor ama sadece Esenç bu dili akıcı bir şekilde konuşabiliyordu. Kendi üç oğlu bile babalarıyla ana dillerinde konuşamıyordu çünkü onlar sadece Türkçe biliyordu. 1984’te Esenç, mezar taşına yazılmasını istediği yazıya çoktan karar vermişti: ‘Burası Tevfik Esenç’in mezarıdır. Kendisi, Ubıhça adı verilen dili konuşan son insandı.’ 1992’de Esenç’in ölümüyle Ubıh dili de sayıları giderek artan yok olmuş diller arasına girdi.
1974’te, dünyanın öteki ucundaki Man Adası’nda Ned Maddrell vefat etti. Onun ölümüyle antik Man dili, dünyanın yaşayan dilleri kulübündeki yerini kaybetti. Bundan bir yüzyıl önce, kendisinin doğumundan biraz önce, Man dilini konuşan 12.000 kişi vardı. Bu sayı neredeyse adanın nüfusunun üçte biriydi. Fakat Maddrell öldüğünde dili akıcı şekilde konuşan son kişiydi. Yani bir yüzyılda Man dilini konuşan kişi sayısı 12.000’den 0’a düştü.
Tevfik Esenç, Kızıl Fırtına Bulutu, Roscinda Nolasquez, Laura Somersal, Ned Maddrell ve Arthur Bennett birbirlerinden binlerce kilometre ötede, çok farklı kültürel ve ekonomik koşullar altında yaşadı ve öldü. Her ne kadar topluluklarını yok edip kendilerini can çekişen dillerin son temsilcisi olarak bırakan faktörler çok farklı olsa da diğer yönleriyle hikâyeleri arasında çarpıcı bir benzerlik var. Ne yazık ki onların akıbetlerine bakınca, oldukça yaygın bir düzenin var olduğunu görüyoruz ki bu buzdağının sadece görünen kısmıdır: Dünya dilleri endişe verici bir hızla ölüyor. Kaybolan sesler adlı bu kitap dillerin neden ve nasıl yok olduğunun hikâyesini anlatıyor ve mutlaka okumanızı öneririm.
Bilinen dünya dillerinin yaklaşık yarısının son beş yüzyılda ortadan kaybolduğunu biliyor muydunuz?
Etrüsk, Sümer ve Mısır gibi eski imparatorlukların dilleri yüzyıllar önce yok oldu. Geriye kalan yazıtları, kültürleri ve dilleri çoktan ölmüş, çoğunlukla unutulmuş halkaların küçük hatıralarıdır.
Biyologlar türlerin ‘ölümü’ ve ‘soyların tükenişi’ konularından nasıl bahsediyorsa biz de diller üzerine konuşurken bu terimleri aynı şekilde kullanıyoruz. Bu size garip veya yanlış gelebilir. Bunu gerekçesi nedir? Sonuçta diller, kelebekler veya dinazorlar gibi doğup ölen canlı şeyler değildir. Yaşlılık ve hastalıktan etkilenmezler. Ağaçlar veya insanlar gibi somut bir varlıkları yoktur. Bir dilin var olduğu bir yer varsa bu, onu kullanan insanların zihinleridir. Ancak başka bir yönden bakılırsa dil, insanlar arasında gerçekleşen bir faaliyet bir iletişim sistemidir. Dil, kendi kendini sürdürebilen bir varlık değildir. Ancak onu konuşacak ve iletecek bir toplum var ise var olabilir. Bir insan topluluğu ise ancak içinde yaşayabilecekleri uygun bir ortam ve bir geçim kaynağı varsa var olabilir. Toplulukların başarılı olmadığı yerlerde, bu toplulukların dilleri tehlikededir. Diller, konuşanlarını kaybettiklerinde ölür.
SIL’in Ethnoloque’unda yayınlanan verilerden, dünya nüfusunun yüzde 90’ının en çok kullanılan 100 dilde konuştuğu sonucunu çıkarabiliriz. Yani dünyada, nüfusun sadece yüzde 10’u tarafından kullanılan en az 6000 dil var. Alaska Yerli Dil Merkezi’nden dilbilimci Michael Krauss’a göre 100.000’den fazla konuşanı olan tüm dilleri dahil edip toplarsak, ‘güvende’ diyebileceğimiz belki sadece 600 kadar dil olduğunu biliyor muydunuz? Krauss, diğer 6000’in çok azının geleceğinin sağlam olarak nitelendirebileceğini düşünüyor. Başka bir deyişle dünya dillerinin büyük çoğunluğu yok olma tehlikesi altında.
Daha spesifik bir örnek vermek gerekirse; Krauss’un tahminlerine göre Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’daki yerli Kızılderili dillerinin yüzde 80’i yani 187 dilden 149’u artık çocuklar tarafından öğrenilmiyor. Günümüzde Kanada olarak bilinen yerde bir zamanlar en az 60 yerli dil vardı.
Hiçbir modern Güney Amerika ülkesi milli kültürünü yerli bir dille ifade etmez. Buna sadece Paraguay kısmi bir istisna olarak gösterilebilir. Çünkü İspanyolca resmi dil olmasına rağmen Kızılderili olsun olmasın herkes Guarani dilini bilir ve kullanır. En kötü örnek ise toplam sayısının 250 olduğu düşünülen Aborjin dillerinden yüzde 90’ının yok olduğu Avusturalya’dır.
Hixkaryana, Amazonlar’da az sayıda insan tarafından konuşulan birçok dilden biridir. Hixkaryana ve komşu dilleri, bilinen dünya dillerinin içinde nesneyi cümle başına koyan tek diller olduğunu biliyor muydunuz? Örneğin; ‘Meryem kitabı okudu’ değil de’, ‘Kitabı okudu Meryem’ gibi.
Doğrusu, bugüne kadar elimize geçen kanıtlara bakarsak dünyanın gramer açısından en karmaşık ve alışılmadık dillerinin çoğu zaman izole- diğer hiçbir dille bağı olmayan- ve genellikle geleneksel yaşamları tehdit altında olan küçük kabilelerce konuşulan diller olduğunu görürüz. Aksine Çince, İngilizce, İspanyolca ve Arapça gibi dünya dilleri izole olmadıkları gibi gramer açısından da dünyanın birçok küçük dilleri kadar karmaşık değillerdir. Diller yayıldıkça ve başka dillerle temas ettikçe genellikle sadeleşme eğilimindedir.
En çok biyolinguistik çeşitlilik, yerli insanların bulunduğu bölgelerde bulunur. Yerliler dünya nüfusunun yüzde 4’lük kısmını oluşturmasına rağmen, dünya dillerinin yüzde 60’ına sahiptir ve biyolojik çeşitlilik bakımından en zengin bölgelerde yaşarlar veya bu bölgeleri kontrol ederler.
Nehirler gibi ölür diller
Bugün dilinize dolanan düşüncenin şekline göre kırılan
Dişlerinizin ve dudaklarınızın arasından geçen kelimeler
Silik hiyeroglifler olacak on bin yıl sonra bugünden (Carl Sandburg)
Olabildiğince çok dili sayması istense, ortalama bir insan muhtemelen kolayca bir düzine dil ismini sıralayabilir. Ancak şu listeyi vermeyeceğinden emin olabilirsiniz.
Abenaki, Bella Coola, Rama, Guguu Yimidhirr, Kabana, Adzera, Boiken, Toba Batak, Fyem, Tzotil, Cebuano, Mokilce….
Yukarıda sıraladığımız dilleri daha önce hiç duydunuz mu?
Dünyadaki diller hakkında en iyi bilgi kaynaklarından biri olan The Ethnologue, 39.000’den fazla dil adı, Lehçe adı ve alternatif adları listeler. Tropik bölgelerdeki dil bolluğunun aksine, ılıman enlemler oldukça fakirdir. Biliyor musunuz Avrupa tüm dillerin yalınızca yüzde 3’üne, Çin dünya nüfusunun yüzde 21’ine ve kara alanının yüzde 8,6’sına sahip olmasına rağmen dünyadaki dillerin yüzde 2,6’sına sahiptir.
Hayatta kalma hakkı için hakimiyet sahibi ve hakimiyet altındaki gruplar arasındaki çekişme benim ‘dilin ekolojisi’ adını verdiğim şeyi de içerir. Bununla dilin korunmasının, insan ekolojisinin korunmasının bir parçasını olduğunu kastediyorum. -Einar Haugen
Amerikan yerlilerinin trajedisi modernleşmenin büyük ikilemini gözler önüne seriyor: Değiş veya kaybet; değiş ve kaybet. -David Landes
Bir dil birkaç şarkı söylemekle veya posta puluna bir kelimeyi basmakla kurtarılamaz. Ona ‘resmi statü’ atfetmekle veya okullarda öğretilmesini sağlamakla bile kurtarılamaz. Dil onu hayatın her alanına sokup kullanımı zorla ve sahte değil, doğal hale gelene kadar her fırsatta-mükemmel bir şekilde olmasa bile- kullanarak, kullandırılarak kurtarılır. Bu, kısa vadede bir mücadele ve zorluk dönemi geçirileceği anlamına gelir. Bir dilin yeniden canlandırılmasının kolay bir yolu yoktur.- Ellis ve Mac a’ Ghobhainn
Taiap nadir bir kuş türü, Ubıhça ölmekte olan bir mercan kayalığı olsaydı belki daha fazla insan onların içinde oldukları durumu bilir ve endişelenirdi. Ancak Papua Yeni Gine’de ve dünyanın her yerinde birçok benzersiz yerel dil daha önce hiç görülmemiş bir hızla ölüyor. Bunu çok az insan biliyor veya önemsiyor. Peki bu seslere ne oldu? İşte Profil Yayınları’ndan çıkmış olan bu kitap, dillerin neden ve nasıl yok olduğunun dramatik hikâyesini anlatıyor.
“Tüm bu diller nereye gitti, Bir çeşitlilik dünyası, Kayıp kelimeler/Kayıp dünyalar, Dilin Ekolojisi, Biyolojik Dalga, Ekonomik dalga, Neden bir şeyler yapılması gerekiyor? Sürdürülebilir Gelecek” isimli 8 ana bölümden oluşan Kaybolan Sesler kitabını okumanızı mutlaka öneririm.
Comentários